27.07.2009

Tarihçi hocanın ardından; Prof. Nejat Göyünç


İstanbul çocuğuydu; çarkçıbaşı olan babasını erken yaşta kaybettiğinden, 1930’lar ve ‘40’ların fakir Türkiye’sinde devletin okullarına sığınmıştı. Kars ve Haydarpaşa’dan sonra bir ara bizim Mekteb-i Mülkiye’de dahi okumuş. Cebeci çayırında İstanbul’un hasretine dayanamadığından birçokları gibi kaçıp, Edebiyat Fakültesi’ne kaydolmuş. İyi ki de kaçmış; yoksa şimdi eski memur ağabeyimize Allah’tan rahmet diliyor olacaktık. Memur diyorum, tabii vali falan olamazdı; zira o çelebi adam bazen eğri gördüklerine herkesten daha şedid biçimde kafa tutardı. Herkesin işine koşar, vesikaları su gibi okur; dindar, tam Üsküdarlı, hoşgörülü; bir yanıyla da Prusya profesörleri kadar katı ve disiplinli, yufkayürekli ama inatçı, hanımların elini öpen bir Tanzimat Osmanlı’sı, hiç kimseye; "rahatsız ettin" demeden sorularını cevaplayan, önüne konan evrağı okuyan (bazı okuması yazması olmayanlar, bu iyi adamın yardımseverliğini epey istismar etmiştir) büyük hocayı, Prof. Nejat Göyünç’ü geçen hafta kaybettik.
Hoca’ya başvuranlar sual eyler; "Efendim II. Viyana muhasarası yıllarında kalelerin durumunu neyleyeyim?"; el cevab: Maliyeden müdevver defterlerde "Büyük Kaleler Defteri"ne bak... Veya arsızca bir talep; "Hocam Makedonya Müfettişlik raporlarına bakıyorum, bunların birlikte mukayesesini yapsak", önündeki işi bırakır, birlikte okumaya oturur... İster Anadolulu, ister Rumelili, ister talebesi ol, ister yedi kat yabancı... İstanbul’da gariplik çeken tarihçi takımı Üsküdar’daki eve davet edilir, eşi Ayten Hanım’ın nefis yemekleriyle bir aile ortamında vakit geçirir. Herkesin meşrebine saygılıydı, kendi oruç tutar, tutmayana çayını ikram eder, sigara içmez, mesela sevimli tarihçi Evangelia Balta’nın üst üste sigara yakmasından hiç rahatsız olmazdı.
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü 1948 yılında bitirdi. Arşivde çalıştıktan sonra 1951’de Mardin’de ortaokula tayin oldu. Mardin’i ben 1964’te gördüm, onun gittiği yıllarda herhalde daha şirin, daha ortaçağ havalı ama daha fakir ve imkansızlıklar içinde olmalıydı. Mutekid ve efendi İstabullu genç; "vah vah geri gideyim" diyeceğine, etrafı hayran hayran tetkik edip, arşiv defterlerini okuyup, Türk tarih literatürüne "16. Yüzyıl Mardini"ni kazandırdı. 1957’de Göttingen’e gitti. Osmanlı metrolojisi (ölçübilim), takvim ve muhasebesini öğrenerek öncü bilgin sayılan Walter Hinz’in yanında doktorasını yaptı. Edebiyat Fakültesi’ne 1962’de döndü ve 1971’de de Ankara’ya, Hacettepe Üniversitesi’ne geçti. Ben kendisini o yıllarda tanıdım. Mesleğini bilen bir uzmandı: Arşiv Genel Müdürü olduğunda hiç değilse okuyucu salonunda çay, kahve, sigara falan kaldırıldı. Osmanlı arşivi asık suratlı değil, sıcak bir araştırma ortamıydı. Personel dünya arşivlerinde rastlanandan daha misafirperverdi. Anadolu’daki tarihçilerin hepsi onun tedrisinden geçti. 15 yıl Uludağ, Malatya, Konya, Boğaziçi üniversitelerini gezdi. YÖK’ün ilk yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde iken, Avusturyalı ve Türk tarihçileri toplayarak tertiplediği "II. Viyana Kuşatmasının 300 Yılı" başlıklı sempozyum, tarihi olaylara hissi değil ilmi yaklaşımın bir örneğiydi. Nejat Hoca, Alman Şarkiyatçı Cemiyeti’ne onur üyesi seçildi, onuruna Armağan çıkarıldı. Çıkardığı Osmanlı Araştırmaları Dergisi onun gayreti ve sevilen kişiliği sayesinde bu dalın en uzun dayanan süreli yayınıdır.
Geçen hafta pazartesi ikindi namazından sonra, sevdiği Üsküdar’dan uğurladık. Son yolculuğuna gönderen renkli cemaat, bir faninin Türkiye’de de sevilmesi ve faydalı olabilmesi için, mutlaka hizipçilik yapmasının gerekli olmadığını gösteriyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Site Meter