31.12.2010

Hakan Erdem, Halil Berktay & Atlas ve "Osmanlı'da Kölelik"

Baya bir zaman olmuştu aslında. Tartışmanın üstü küllenmişti, tekrar canlanmış. Neden mi bahsediyorum. Hakan Erdem ve Atlas editörleri arasınaki "Osmanlı'da kölelik" tartışmasından. Olay şöyle gelişmişti.


"Afrika" hem İngilizce hem de Türkçe edisyonda yer alan kapak konusuydu. İngilizce versiyonunda herhangi bir şekilde Afrika'da köleliğe dair bir makale bulunmaz iken Türkçe versiyonunda editörler kölelik üzerine bir makaleye ihtiyaç duymuşlar ve Hakan Erdem National Geographic için (Eylül 2005) kölelik üzerine bir yazı yazmıştı.


Atlas editörü Kemal Tayfur ve yayın yönetmeni Özcan Yüksek bu makaleye karşı Atlas'ta bir yazı kaleme aldılar (Şubat 2006). Şöyle diyordu Kemal Tayfur:
"Kölelikten Kurtuluş!" başlığı uygun görülen makaleyi yazmak da bir tarihçiye, bu konuda bir de kitabı olan Yard. Doç. Dr. Y. Hakan Erdem'e düşmüş. Dergi, Batılıların köleciliğine de yer veriyor olsaydı eğer, Erdem'in yazısı karşılaştırmalı bir tarih değerlendirmesi olarak görülebilirdi. Böylelikle Osmanlı'nın payı varsa bile, Afrika'nın gerçekte nasıl köleleştirildiği anlaşılabilirdi.
Hakan Erdem bu yazılara Virgül'de (Mart 2006) "Mağdurlar Vadisi Osmanlı ve Osmanlı İmparatorluğu'nda Kölelik" cevap verdi. Kemal Tayfur Virgül'e gönderdiği yazının tamamı yayınlanmayacağı söylenince Atlas'ta "Kölelik Zamanı" başlığıyla Erdem'e cevap verdi.

Ve uzun bir süre bu konu bir daha gündeme gelmedi ta ki yakın zamanda Halil Berktay tekrar yazana dek. Berktay başka bir yazısıyla Atlas'a tekrar gönderme yaptı. Hatta büyük bir ithamda bulunarak Atlas'ın o dönem Erdem'e belli bir organizasyon içinde saldırdığını ima etti. Cevap vermemek mümkün değildi. Bu sefer Kemal Tayfur eski defteri tekrar açtı ve uzunca bir yazı ile "Köleliğe Devam" başlığıyla Berktay'a cevap verdi. Berktay veya Erdem, bildiğimiz kadarıyla, henüz bu yazıya karşılık bir cevap vermiş değil.


Devamı bir sayfa ötede...

Muhteşem Fantazi!



Dizinin adını karıştırmış değilim, "Muhteşem Yüzyıl" diyerek insanları cezbetmeye çalışan ama dizinin ana konusunu "Hürrem" ve "harem" çerçevesinde çizdiğini belli eden fragmanlarla tanıtılan bir dizi var karşımızda. Deli Saraylı'nın ayağı yere basmayan senaryosu gibi bu dizi de o yoldan giderse milyon dolarlık bütçelere yazık olacak gibi gözüküyor. Yurtdışında, özellikle İngiltere'de rağbet gören dizi ve kitaplardan yola çıkarak, aynı usulü Türkiye'ye de uygulamaya çalışan bir zihniyet sözkonusu. Gerçekle alakası olmayan nefsi cezbedici ortamlar, saray entrikaları, aralara serpistirilmis tarihi olaylar...
Bu dizide de Harem'le alakası olmayan sahneler, oryantalist bakışlar ve düz bir Kanuni portresi... Reytingler için senaristler tarihi gerçekleri gözardı edebilir ama okuduğumuzda şaşırdığımız bir durum var ki o da şu: Birçok kitabıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu insanlara doğru anlatmaya çalışan Dr. Erhan Afyoncu'nun dizinin danışmanı olması. Herhalde ilk bölüm yayınlandıktan sonra Afyoncu bir açıklama yapacaktır.

Harem'in detaylarını merak eden okurlara ise tavsiyemiz şu kitap olacaktır.


Harem- i Hümayun
Osmanlı İmparatorluğu'nda Hükümranlık ve Kadınlar
Leslie Pierce


Devamı bir sayfa ötede...

13.11.2010

Doğan Grubu Ağca'yı satacak mı?


Son günlerin en çok konuşulan mevzusu Ağca'nın TRT'ye çıkarak Papa Suikastı hakkında röportaj vermesi. Aslında Ağca aylardır bir yerlere çıkmaya, röportaj vermeye çalışmıştı ama medya ilk gün gösterdiği ilginin mahcubiyeti ile pek yüz vermiyordu, istediği paralar, talepler vs de diğer bir etkendi. Peki ne oldu da Ağca birdenbire "karşılıksız" bir programa katılma kararı aldı. Pek basit. Papa'yı Neden Vurdum? adlı kitabı yolda, bayramdan sonra raflarda olur. E tekrar hatırlanması gerek, bu reklamı da ancak böyle bir şeyle yapabilirdi ve yaptı da zaten. TRT'nin Ağca'nın istediği soruları sorması, İpekçi Cinayeti'ne karışmaması garipsenecek bir davranıştı, belki son yıllarda özel kurumlarla reyting ve habercilik yarışına girmenin verdiği heyecan da bazı kararları hızlı almalarına neden oldu. Neyse bu tartışma devam ediyor zaten. Benim sormak istediğim ise şu:
Doğan Grubu tvsiyle, radyosuyla, yazarıyla çizeriyle bu programa ateş püskürdü, karşı çıktı, TRT'yi neredeyse "bidon" ilan etti. (İtalyan liginden bir deyim) Ağca'nın hiçbir şekilde tvye çıkmaması gerektiği, reklamının yapılmaması gerektiği konusunda engin görüşler sundular halka.
Peki bomba soruyu soralım o zaman.
Doğan Grubu'nun bir başka şirketi olan D&R yani Doğan Müzik Kitap ileriki günlerde Ağca'nın kitabını satacak mı?


TRT'yi Ağca üzerinden reyting peşinde koşmakla eleştiren, yerin dibine sokan Doğan Grubu Ağca'nın yakında çıkacak kitabından "para" kazanmak derdine düşecek mi? Kendilerinin deyişiyle İpekçi'nin kemiklerini sızlatacaklar mı?
İleriki günlerde göreceğiz...


Devamı bir sayfa ötede...

7.08.2010

Dertleri Ne?


Türkiye'de şu anda çıkan aylık tarihle ilgili dergi sayısı 4.
Çıkış tarihlerine göre
1 Toplumsal Tarih
3 NTV Tarih
4 Atlas Tarih

7Kıta'nın hazırlayanları daha çok gençlerden mütevellit olduğu için fazla medyada yer bulmuyor veya tarih camiası tarafından çok dikkate alınmıyor ama diğer 3 dergi birçok tarihsever tarafından okunan, dikkatle izlenen dergilerden. Son sayılarında bu 3 dergi arasında birbirlerine laf yetiştirmedir gidiyor.


İlk olarak NTV Tarih (Temmuz, 18. sayı) kendine görev belleyerek, Atlas Tarih'in ilk sayısındaki hataları bir metinle okurlarına "duyurdu". Kendi yaptığı hataları (yorumları içermiyor) "sakınan göze batanlar" olarak veren derginin benzer hatalara not düşmesi ilginçti. Aynı sayıda Toplumsal Tarih'te çıkan bir dipnottan yola çıkarak kendilerine "saldırıldığını" yine okurlarla paylaştılar. Olay şöyle gelişmişti. Hatırlarsanız The Pacific dizisi büyük reklamlarla CNBC-E'de gösterme girmişti. Her şey güzel gidiyordu, ikinci bir Band of Brothers başarısı bekleniyordu, lakin 3. bölümde bir asker İzmir'i Türklerin yakıp yıktığından, istila ettiğinden bahsediyordu. Gelen tepkiler üzerine CNBC-E geri adım attı ve o sırada NTV Tarih ekibinden yardım alarak cevap verdi. Tarihçilerin üzerinde tartıştığı konuya NTV Tarih açık bir şekilde cevap verdi, taraf oldu. Toplumsal Tarih dergisinde de bu olayı göz önüne alarak diziye müdahaleyi NTV Tarih ekibinin yönlendirmesiyle yapıldığına dair bir dipnot çıktı.
Yanıtlar gecikmedi. İlk olarak Tarihin Arka Odası'da belki de tartışma ortamının seviyesini düşüren açıklamalar Bardakçı'dan geldi. Eleştirinin nedenleri yerine kişilere cephe almayı tercih ettiler.

Daha sonra İlber Ortaylı Derya Tulga'ya cevap niteliğinde Atlas Tarih'in ikinci sayısında yarım sayfalık bir yazı kaleme aldı. İlginçti! Çünkü Tulga'nın eleştirdiği yazı Atlas Tarih'te değil HT Tarih'te çıkmıştı. Hoş Ortaylı orada ayrıca Bardakçı'nın "hazırladığı" neredeyse her sayısında hata bulunan, tarihi magazine çekmeye çalışan eke de bir göndermesi yok değildi. Ortaylı "yorum farklılıklarının" yanlış olamayacağını belirterek, "biraz daha dikkat" dedi ve artık tartışmaya katılmayacağını belirtti.


Ve son sayısında (Ağustos, 200. sayı) Toplumsal Tarih, NTV Tarih'e iki isimle cevap verdi: NTV Tarih ile Sansür Tartışması-Açıklama Deyip Geçme / Kahraman Sakul ve İşi Yayıncılık olan Kimse Sansüre Destek Vermez / Ahmet Akşit
Şimdilik cevap hakkı tekrar NTV Tarih'te.
Bakalım bu tartışma daha ne kadar devam edecek.


Devamı bir sayfa ötede...

İlim ve Fikir Hayatının 70. Yılında 7 Fotoğrafla Halil İnalcık









Kaynak: Bir Tarih Çınarı Halil İNANCIK


Devamı bir sayfa ötede...

29.07.2010

İslam'da Bilim ve Teknik - 5 cilt



Türkiye Bilimler Akademisi ve Kültür Bakanlığı'nın ortak yapımı olan İslamda Bilim ve Teknik, TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. Fuat Sezgin tarafından 2003 yılında Almanca olarak yazılan Wissenschaft und Technik im Islam adlı kitabın Türkçe ve tıpkıbasımı olarak çevirisidir.

Kitabın birinci cildinde; Müslüman bilim insanlarının icat ve keşifleri hakkında genel bilgiler veriliyor. İkinci cilt; astronomi alanındaki eser ve cihazların tanıtımını, üçüncü cilt; coğrafya, denizcilik, saatler, geometri ve optik alanlarındaki keşif ve icatları içeriyor.

Dördüncü ciltte tıp, kimya ve minerallere yer verilirken, beşinci ciltte; fizik, mimari, savaş tekniği ve antik objeler hakkındaki bilgiler yer alıyor...

http://ibttm.org/TR/yayinlar.html adresinden kitabın pdfine ulasılabilir.


Devamı bir sayfa ötede...

30.06.2010

SURICI / 2010



Devamı bir sayfa ötede...

12.05.2010

ATLAS TARİH... YAKINDA...


NTV Tarih'e rakip geliyor. Şahenk grubunun dergi piyasasındaki tarih boşluğunu görerek yerinde hamlesine Doğan grubu da çok geç kalmadan karşılık verdi. Mayıs sonu gibi piyasalarda olması bekleniyormuş derginin. Kapaktan görebildiğimiz kadarıyla gündemle bağlantılı bir konu seçmişler. İlber Ortaylı'dan yazı almışlar ve ilk başta 3 aylık bir dergi olarak başlayacaklar. Fiyatı da biraz tuzlu: 10 TL


Devamı bir sayfa ötede...

29.01.2010

Sultan Abdülaziz'den Başkan Ulysses S. Grant'e




Asāletlü rütbetlü meveddetlü dost-ı vilā-şi‘ārımız cenābları;

Mösyö Māk Vāyg’ın mukīm elçilik sıfatiyle nezd-i devlet-i ‘aliyyemize ta’yīn olunduğu ifādesini mutazammın irsāl kılınan, nāme-i asīlāneleri kemāl-i memnūniyetle ahz olunmuştur. Devlet-i ‘aliyyemizle Amerikā Hükūmāt-i Müctemi‘ası beyninde der-kenār olan revābıt-ı dostī ve muhādenetin istikmāl-i esbāb-ı te’ekküd ve takarrürü mültezimimiz olub; mümā-ileyhin hidmet-i sefārete intihāb ve ta’yīni, bu matlabın husūlüne delil-i kavī olduğundan, mahzūziyet-i halisānemizi istilzām eylediği ve devletinin te’kīd-i münāsebat-i vifākiyyesi emrinde sefir-i mümā-ileyhin vukū‘ bulacak mesāisinde devlet-i ‘aliyyemiz tarafından dāima mu‘āvenet göreceğinde şübhe olmadığı beyāniyle işbu nāme-i mahsūsumuz tahrīr ve tesyīr kılındığı bi-minnihi Te‘ālā ma‘lūm-i asīlāneleri olduğunda, ba‘d ez īn dahī ifā-yi lāzime-i fütüvvetkāriye himmetleri me’mūlümüzdür.

Fi 5 Şevvāl 1287

Asīl, yüksek ve sevgili yakın dostumuz hazretleri;

Bay Veagh'in dāimī elçilik sıfatıyla devlet-i aliyyemiz nezdine tayin edildiğini bildiren, gönderdiğiniz şerefli mektubunuzu memnūniyetle almış bulunuyoruz. Devlet-i aliyyemiz ile Amerika Birleşik Devletleri arasında istenen dostluk ve yakınlık ilişkilerinin pekiştirilip geliştirilmesini istemekteyiz. Adı geçenin elçilik hizmetine seçilip tayin edilmiş olmasının, bu arzunun gerçekleşmesinde güçlü bir delil olduğundan, bizi son derece memnun ettiğini ve devletinin dostluk ilişkilerini pekiştirme konusunda adı geçen büyük elçinin her türlü çalışmalarına devlet-i aliyyemizin dāima yardımcı olacağını bildiren bu özel mektubumuzun yazılıp gönderildiği Allah'ın izniyle bilgilerinize ulaşmış olacaktır. Bundan sonra da gerekli dostluğun yerine getirilmesinde (ve bunun) devāmı konusunda yardımcı olmanızı arzu etmekteyiz.

29 Aralık 1870


Devamı bir sayfa ötede...

22.01.2010

Atatürk'ün Son Ziyareti


Hikayeyi anlatan Süleymaniye Medresesi'ni son mezunlarından, "Pamuk Hoca" lakaplı Ali Yıldırım. 101 yaşında. Yaşını soranlara; "2 padişah, 11 cumhurbaşkanı gördüm" diyormuş. Bizim konumuzla alakalı söyledikleri ise şöyle:

Mustafa Kemal Atatürk'ü 1938 yılının Ramazan ayında Fatih'te görmüş. Ramazan ayı olduğu için şartlarını zorlayarak Hz. Muhammed'in hırkasının bulunduğu Hırka-i Şerif Camii'ne gitmiş. Tesadüfe bakın ki, Atatürk de yaveri ve şoförüyle buraya gelmiş. O da caminin imamıyla birlikte Atatürk'e eşlik etmiş. Camiye yürüyerek giren Atatürk rahatsızlığı sebebiyle yaveri ve şoförünün kollarında çıkmış. Yıldırım, 'Kısa bir süre sonra da vefat etti.' diyor.


Devamı bir sayfa ötede...

18.01.2010

Abraham Lincoln'den Sultan Abdülaziz'e...



Abraham Lincoln
President of the United States

To His Imperial Majesty, Abd ul Aziz Khan,
Padishah of the Empire of the Ottoman Family.
Great and Good Friend;
I have received the letter which Your Majesty has been pleased to address to me communicating intelligence of the demişe of Your Majesty's honored brother, His late Imperial Majesty Abd ul Majid Khan, and of your accession to the throne of your ancestors. Assuring you of my deep sympathy for the death of your august brother, who was the constant friend of the United States, I beg leave to offer to Your Majesty my sincere and hearty congratulations upon your accession to this throne, with my best wishes that your reign may be happy and glorious to yourself, and prosperous to your realm. Permit me also to assure Your Majesty of my constant and earnest desire to maintain the amity and good correspondence which have always subsisted and still prevail between the nations, and that nothing shall be omitted on my part to cultivate and promote the friendly sentiments always entertained and cherished by this Government in its relations with his late Majesty. And so I recommend Your Majesty to protection of the Almighty.

Written at Washington the second day of October Anno Domini 1861.

Your Good Friend
Abraham Lincoln
* * *

Abraham Lincoln
Birleşik Devletler CumhurBaşkanı

Osmanlı hanedanı memalikinin Padişahı,
Abdül Aziz Han Majeste Cenaplarına
Majestelerinin lütfettikleri mektubundan, saygıdeğer biraderleri Majeste Abdül Mecid Han'ın üful ettikleri ve Zatı Şahanelerinin ecdadınızın tahtına cülus ettiklerini öğrenmiş bulunuyorum. Birleşik Devletlerin daimî dostu olan biraderinin ölümünden ötürü (taziye) ve sempatilerimi Zatı Şahanelerine ulaştırırken, bu tahta çıkışınızdan dolayı samimî ve yürekten tebriklerimi sunmaya müsaadelerini diler, ve saltanatınızın şahsınıza saadet ve şan u şeref getirmesini ve memleketinize mutlu olması dileğini yollarım. Her iki memleket arasında şimdiye kadar devamedip gelen ve şimdi de mevcut olan dostluk ve iyi münasebetlerin muhafazasının daimî ve ciddî bir isteğim olduğunu Zatı Şahanelerine ifade etmek hususunda müsaadelerini dilerim, (Amerika Birleşik Devletlerince) merhum Majesteleri ile daima mevcut olan ve memnuniyetle devamettirilen dostluk bağlarının aynı şekilde tarafımdan takib olunmasına hiç bir şey mani olmayacaktır. Ve böylece Zatı Şahanelerini Ulu Tanrıya emanet ederim.

Washington'da, Ekim'in 2 nci gün ve 1861 yılında kaleme alınmıştır.
Sizin iyi dostunuz
Abraham Lincoln

(Başbakanlık Arşivi, İrade-i seniyye, Hariciye No 10570)
Yazan: Prof. Dr. Akdes Nimet KURAT


Devamı bir sayfa ötede...

Harem Üzerine Notlar

Haremin üst noktasında valide sultan, yani sultanın annesi bulunuyordu. Resmen bütün hareme yayılan, kimileyin de gayri resmi olarak harem sınırlarını aşan bir güce sahipti. İkinci sırada, sultan diye anılan padişah kızları geliyordu. Onları sultanın resmen odalık olarak seçtiği, harem içerisinde ayrı birer daire tahsis ettiği ve yasal olmasa da toplumsal anlamda eş statüsündeki kadınlar izliyordu. Bir sultanın, genelde meşru sayılan dört sayısına bağlı kalınmışsa da, kadınlarından birinin ölmesi veya Eski Saray’a çekilmesi nedeniyle yaşamı boyunca daha çok sayıda kadını olabiliyordu kuşkusuz. Sultanın kadınları, kadınlık konumuna yükselme sırasına göre birinci, ikinci, üçüncü veya dördüncü olarak belirtiliyordu. Yasal nikâh uygulamasına, II. Osman (hük. 16181622), İbrahim (hük. 16401648) ve daha sonra Abdülmecid (hük.18391861) gibi tekil örnekler sayılmazsa, Kanuni Sultan Süleyman’la birlikte (hük. 15201566) son verilmişti.

Sultanın odalıklarının haseki veya haseki sultan diye bir unvanı daha vardı; sultanın yatağına giren her kadınbu unvanla anılıyordu. Arapçadan gelen haseki sözcüğü “bir kimseye özel olan” anlamındadır. Dolayısıyla haseki, yalnızca sultana ait olan kişidir. Sultanın hizmetinde olup sarayın selamlık bölümünde yaşayan erkek hasekiler de vardı. Charles White’a göre, 19. yüzyıl ortalarına, Abdülmecid dönemine gelindiğinde, haseki unvanı artık kadınlar için kullanılmaz olmuştu.
Sıralamada kadınınardından gelen ikbal de sultanın odalığıydı. Sayıları değişmekle birlikte, sultanın gözüne girme sırasına göre, baş ikbal, ikinci, üçüncü ikbal diye sıralanıyorlardı.
Saray haremi değerlendirilirken unutulmaması gereken bir nokta da, her zaman incelikli birtakım davranış kurallarına uyulduğudur. Sultan, belli bir düzen içinde odalıklarına âşıkane ilgisini gösterirken bu kurallara bağlı kalıyordu. Her birinin nöbet gecesi vardı. Bir odalık ancak herhangi bir rahatsızlığı olması durumunda nöbet gecesini kaçırıyordu.
Nöbet sırası gelen bir kadın, sultan onu odasında ziyaret etmeyi yeğlemediyse, sultanın haremdeki dairesine götürülüyordu. Bu ona sultan tarafından zenci haremağası, kızlar ağası aracılığıyla iletiliyordu; kızlar ağası bunu kâhya kadına, o da ikbalin hizmetindekilere bildiriyordu. Bazen kadınlarından biri akşam yemeğinde sultanın davetlisi oluyordu. Osmanlı hanedanının ilk yıllarında böyle bir durumda kadın ayrı bir masaya oturtuluyordu. II. Mehmed (hük. 14511481) döneminden itibaren hanedan üyeleri dışında kimsenin padişahla aynı sofraya oturması söz konusu değildi.
Sultan bazen bir kadın veya ikbalini, eğer hastaysa veya küçük çocukları varsa, dairesinde ziyaret ediyordu.Topkapı Sarayı günlerinde bu gibi durumlarda sultan, harem sakinlerinin ortalıktan çekilmesi için, gümüş kabaralı ayakkabılar giyerek gelişini duyuruyordu. Çünkü, tesadüfen sultanın karşısına çıkmak saygısızlık sayılıyor, kazara sultanla karşılaşmaya hünkâra çatmak deniliyordu. Dahası, Darüssaade (sultanın özel alanı) içinde, hükümdarın bulunduğu ortamda sessizliğin sağlanması, sıkı sıkıya uyulan bir kuraldı.
Bildiklerinin çoğunu Osmanlı tarihçisi Ahmed Vefik’e borçlu olan Charles White şöyle anlatır:

Her kadının hizmetinde küçük bir mutfak ekibi var. Hepsi de hükümdarı lezzetli yiyeceklerle, ki [Abdülmecid’in] buna düşkünlüğü biliniyor, hoşnut etme yarışında. Kadın akşam saatlerini, eğer çocuğu varsa onunla oynamaya, en hünerli kölelerin şarkı veya öykülerini dinlemeye, mücevher ve giysileri tetkike ayırıyor. Kısacası, bu kadınlar da zamanı, haremlerinin mahremiyeti içindeki diğer varlıklı Türklerden farksız bir biçimde geçiriyor. Haremde bulunduğu zamanlarda Sultan, her zamanki yatma saatinde kendi dairesine çekiliyor. Zira, geceyi başka bir yerde geçirdiği pek görülmemiş.

White, sultan kadınları hakkında başka bilgiler de verir:

Evli olmadıkları halde bu kadınlardan ‘Sultan’ın karıları’ diye söz edilmesi yaygın bir hatadır. Hükümdar kızlarına verilen sultan unvanıyla da anılamazlar. Bu kadınlar sultanın huzurundayken divan ya da sandalyeye bile oturamıyorken, sultanın kızları böyle bir ayrıcalığa sahiptir; kadınların yeriyse, yere yayılmış olan minderlerdir. Önceki sultanlar ilk sırada gelen gözdelerine haseki adını uygun görmüşlerse de, bu resmi düzeyde bir unvan değil. Bazı kadınlar haliyle diğerlerine yeğleniyor; ama Sultan’ın bu kadınları, tehlikeli olabilecek kıskançlıklara ve rahatsız edici yaygaralara yol açmadan göz göre göre aldatması zordur. İktidardaki hükümdar…şimdiye dek yalnızca beş hanımı kadınlık konumuna yükseltti. Bunlardan biri…1842 yılında öldü. Büyük Kadın, Esma Sultan’ın (sultanın halası) hediyesiydi… İkincisi, Rıza Paşa tarafından satın alınarak Esma Sultan’a verilmişti. Esma Sultan, yanında yetiştirdiği bu kadını daha sonra yeğenine hediye etmişti. Üçüncüsü Valide’nin hediyesiydi. Dördüncüsü ise, Rıza Paşa’nın ilk karısının yanında yetişmişti.

Bu alıntının ikinci paragrafında anlatılan, kadınlık konumuna yükselme şansına sahip fevkalade güzel ve hünerli bir köleyi padişaha armağan ederek sarayda itibar kazanma çabasıdır. Sözü edilen Rıza Paşa, Abdülmecid’in muhafız birliğinin komutanı Hasan Rıza Paşa’ydı kuşkusuz. Karılarının, sultanın bu iki kadınıyla kişisel ilişkisi olması, büyük olasılıkla sarayda ona çok yarar sağlamıştı. Kadınların saray dışından ziyaretçi kabul etmelerine veya başka bir konutuna giden sultana eşlik etmek dışında saraydan ayrılmalarına izin verilmiyordu. Eskiden sarayda köle olup sonradan evlenmesine izin verilen kadınlar istisnaydı. Bunlar, sarayla bağlarını hiçbir zaman koparmadıkları için, sık sık aracılık yapmaları isteniyordu. Sırf bu yüzden bile talipleri çoktu.

Fanny Davis, Osmanlı Hanımı, YKY.


Devamı bir sayfa ötede...

15.01.2010

Boykot



Sadece Türkiye'ye özgü zannederdik boykotu, küçümseyen insanlar da olur hatta, ne olacak gibi. İsrail'in kahve dünyası İlan's, Ayrılık dizisinden sonra Turkish Coffe'yi satmamaya karar vermiş ve bunu poster haline getirerek camlarına asmış, boykot sürecekmiş müdürün söylediğine göre; ta ki Türkiye hizaya gelene dek :)
Merakımız yeni krizden sonra ne yaptıkları?


Devamı bir sayfa ötede...

14.01.2010

Oxford'un tarafı

Bir kitap Oxford'da yayınlanınca, üniversitenin kalitesine, yayınevinin akademik kariyerine bakarak içindeki bilgiler tartışılsa da "belgeler" doğru kabul edilir ve kısa zaman dünyada yayınlanır, arguman olarak kullanılır.

İşte tarihin en çetrefilli tartışma konularından biri olan Ermeni Sürgünü üzerine çıkan önemli bir kitapta yer alan fotoğrafın, aslında birçok fotoğrafın birleştirilmesinden oluştuğu ve açıkça Osmanlı Devleti tarafını kötülemeyi hedeflediğini Bilkent Üniversitesi Tarih Profesörü Doktor Jeremy Salt kitabı okurken farketmiş.
Oxford Yayınları'na bilgi verilmesi üzerine mevcut olan kitapların imha edileceği açıklanırken, yeni baskıda kitapta tekrar fotoğrafa yer vereceklerini ama altına: Bu fotoğrafı her iki tarafın da başvurduğu sahtekarlıklara örnek teşkil etmesi için yeniden yayınlıyoruz" notu düşeceklermiş. Halbuki kimin sahtekarlık yaptığı ortada değil mi?


Devamı bir sayfa ötede...

13.01.2010

10 Fotografta Osmanlı'nın Renkli İstanbul'u












"Amerikan Ulusal Kütüphanesi tarafından “tarihi renklendirme” projesi kapsamında renklendirilen 200 yıllık 30 İstanbul fotoğrafı yayınlandı. Dünyanın en büyük kütüphanesi olan Amerikan Ulusal Kütüphanesi (National Library of Congress) “tarihi renklendirecek Photochrom projesi” kapsamında 1985 yılında İsviçre’deki Muriset Sanat Galerisi’nden yaklaşık 6 bin adet 1890-1910 yıllarında çekilmiş siyah beyaz Avrupa ve Ortadoğu fotoğrafları satın aldı. Bu kareler İsviçre’nin Zürih kentindeki Photoglob Şirketi’nin laboratuvarlarında yıllarca süren uğraş sonunda photochrom teknolojisiyle renklendirildi ve ortaya İstanbul’un belki de hiç görülmeyen kareleri çıktı." (Kaynak: Vatan/

http://memory.loc.gov/pp/pgzquery.html adresinden diğer fotoğraflara ve büyük hallerine ulaşabilirsiniz.


Devamı bir sayfa ötede...
 
Site Meter