27.07.2009

Özel müzeciliğin öncüsüydü; Sevgi Gönül


Tanıştığımız günü unuttum; kısa bir görüşme idi. Bizde yermenin ve tabasbusun ölçüsü yoktur. Etrafında gezinen bir dolu kız arkadaşı kadar, kıskananı da çoktu. İnsanları düşman edecek bir yapıda değildi; buna rağmen bazı münasebetsizler bana kıt akıllı(!) ve bilgisiz bir Sevgi Gönül'den söz ettilerdi. Bu münasebetsizler sayesinde hayatın en lezzetli sürprizlerinden birini yaşadım. Önce zeki ve mizahta sınır tanımayan bir kişilikle karşılaştım.
Doğan Gönül'le bir arada olduklarında bambaşka bir mizah dalgası ortalığı sarardı. İnsanların özgür ve samimi dostluk kurmaları kadar hoşluk yoktur; birine güvenmek için birlikte gülmeye başlamanız lazım. Zaman geçtikçe Sevgi'nin birtakım konuları bildiğini ve okuduğunu gördüm. Bilmediklerini de dinler ve anlardı. Türkiye üst sınıfında ve hassaten aydınlarımızda olmayan bir vasfı vardı; çocuklar kadar hayret ve saflıkla dinler ve öğrenirdi, merakı derindi. Sabırlıydı. Bir tam gün Londra'da Meksika Aztekleri ardından Lord Byron ile ilgili iki sergi gezdik. Bilmediği konuya takılmasıyla saygımı kazandı. Üstüne bir mücevher müzesini birlikte gezdik, bilgisine hayran oldum. Doğrusu mücevhere bayılırdı ve herkes bilir ya üzerinde bir servetle gezerdi. Ama herkesten bir farkı vardı, taşlarla konuşmayı öğrenmişti; gereği neyse kendi istediği gibi değil, mücevherlerin istediği gibi takıp takıştırırdı.
Dostluğumuz Sadberk Hanım Müzesi'ndeki konferanslarım sayesinde devamlılık kazandı. Sonra bir Bizans-Osmanlı İstanbul'u kongresi tertiplemeye kalktık; gerçekleştiremedik. Bu kongre onun adına mutlaka düzenlenmelidir. Kelime oyunlarına dayalı nükteleri severdi; bir haylisini de kendisi uydururdu. Yeğeni Ömer Koç ile Kavuklu ve Pişekar misali ilginç diyaloglarına şahit olduk. Ailenin "asi kızı" rolünü benimsemişti ama ablası Semahat hanımdan da çekinmekten vazgeçmemişti. Bu onun gelenekle özgürlük arasında kurduğu usta bir dengeydi. Bir tekne gezisinde; yurtdışında yaşayan ve Çengelköy Lisesi'ni "Bu neydi?" diye gösteren arkadaşına; "Kız ne çabuk unuttun buraları" diye çıkıştıydı. Ağır hastalıkla boğuştuğu zamanlar da dahil Sevgi Gönül'ün takılmaktan ve gülmekten uzak kaldığını hiç görmedim. O günlerde dahi gülmek dışında ciddi şeyler dinlemeyi de severdi.
Etrafındakilerden farklı bir giyim tarzı vardı; daha çok İtalyanlara yakındı, parlak sıcak renkleri oturtmayı ve yakıştırmayı bilirdi. Ülkemizde özel müzeciliği başlattı sayılır. Bazılarının arasıra şıklık olsun diye katıldığı beynelmilel müzayedeleri izlemeyi, o düzenli bir görev haline getirdi. Herhangi bir yerdeki Selçuklu, Osmanlı ve Anadolu eserlerinden anında haberi olurdu. Ardından ya kendi kesesiyle oraya koşar ya başkalarını örgütler ve o eser mutlaka satın alınırdı. Sevgi Gönül sayesinde beynelmilel müzayedelerde Türk eserleri değer kazandı. Çalıntılar ortaya çıkamaz oldu ve o sadece koleksiyoncularla değil, devletlerle dahi çekişmeye başladı. Bu önemli bir katkıdır. Nitekim Katar şeyhinin emriyle Katar Müzesi'nin çıkardığı İznik çinileri kataloğu; bu alana olan katkılarından dolayı ona ithaf edilmiştir.
İstanbul sadece zengin sanayici ve işadamlarının değil, eski eserlere ve sanata da bağışta bulunmaya başlayan bir zümrenin şehri olduysa, bu ortamı hazırlayanların başında Sevgi Gönül gelir. Bundan sonraki safha; halkı ve özellikle gençleri müzecilik ve eski eser faaliyetine çekmektir. Buna ömrü yetmedi, haleflerinin ve dostlarının bu alanda yoğunlaşmasını bekleriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Site Meter