27.07.2009

Nazım Hikmet


Geçtiğimiz pazar gecesi Kanal 6’da Dr. Stress’in (Nedim Saban) programı Nazım Hikmet’in "vatandaşlığının iadesi" konuluydu. İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Gül, onun karşısında sayın Yıldız Sertel ve üstad Refik Erduran oturuyorlardı. Ayrıca sunucu herhalde kampanya için imza toplayanları ve karşıt görüşlü olarak gördüğü bazı gençleri tartışmaya dahil etmiş. Nazım taraftarları çoğunlukla şairin hayatı ve eserleri üzerinde, öbürlerinden daha az tetkikte bulunmuş ve notları olmadan gelmiş; belagata sığınmayı tercih ettiler. Öbür taraf da açık konuşmaktan çok "kardeşlik, uzlaşma" gibi deyimleri ağızdan düşürmediler, fakat şairin dedesi ve sonra da oğlundan söz ederek ıskalama tekniğine dayalı bir program sürdürdüler. Programa dışardan katılmalar da oldu. Uluslar edebi şahsiyetleri üzerinde, edebiyat ölçüleri içinde tartışma ve değerlendirme safhasına gelememişse; o toplum edebi zevki itibariyle henüz bir "kavim" derecesindedir. Ovidius ve Puşkin sürgüne gittikleri an; kendilerinin kalıcı olacaklarını, mısralarının ebediyyen terennüm edileceğini söylemişlerdi. Sağ-sol kimse üzerine alınmasın ama bizim toplumda kimsenin böyle bir şansı yoktur.
Türkiye’de vatandaşlıktan çıkarma gibi garabet bir müessesenin sonuçlarını devşiriyoruz. Türk vatandaşlığı zor meslektir. Tanrı’nın ve tarihin kararıyla bu kimliği ediniyoruz. Bize sormuyorlar. Çünkü vatandaşlığın temelinde soy esası var. Oysa bugünün yöneticileri vatandaşlıktan atıyor, iskat ediyor, bir daha alıyorlar. Bir de ne işe yaradığını hâlâ anlatamadılar; "lobbyömiz olacak diye çifte vatandaşlık denen bir şey buldular; Bakanlar Kurulu bir sürü adamı vatandaşlıktan çıkarıyor, birkaç zaman sonra haydi bir daha alıyor. Bu arkadaşlar arada bir başka ülkenin daha vatandaşı oluyorlarmış. Vatandaşlık kurumunu böyle maskara etmeye hiç kimsenin hakkı olmaması gerekir. Nazım Hikmet için söz konusu olan herhalde "iade-i itibarödır.
Uzatmayalım; oturumda söz Nazım Hikmet’in dedesinden açıldı. "Konstantin Borzecki" sözü telaffuz edildi (ana tarafından büyükdedesi). Avusturya ve Rusya’ya karşı 1848’de ayaklanan yiğit Macar ve Polonyalılar’ın albaylarından Kont Borzecki ve öbürleri yenilince, kaçıp imparatorluğumuzun müşfik kollarına sığındılar. Kendilerini Rusya ve Avusturya’ya teslim etmeyen Devlet-i Aliye’ye ve bu topluma hayran oldular, dinlerini değiştirenler oldu. Borzecki de onlardan biriydi. Mustafa Celaleddin (Paşa) adıyla, yeni yurdu ve toplumuna hizmet etti. Haritacılık öğretti. Türk ulusçuluğu üzerine ilk önemli risaleyi yazdı (Les Turcs Anciens et Modernes). Ve Karadağ Savaşı’nda mirliva (tuğgeneral) rütbesiyle şehit oldu.
Nazım Hikmet’in oğlu Memet’le de tanıştım. Polonya’da Crakow Üniversitesi beni bir yıllığına davet etmişti (yıl 1980). Bu hocalık nasıl bir şey olabilir diye Münevver Andaç Hanım’la Paris’te görüşüp sordum. Dostum Filiz Yenişehirlioğlu tanıştırmıştı. Memet kibar, bizim dışarda sadece birkaç yıl geçiren memur ailelerimizin çocuklarının aksine son derece düzgün şiveli ve zengin Türkçe konuşuyordu. İyi ressam olduğu cümleye malum ama mütevazı bir gençti. Polonya ve Polonyalılar’dan olumlu ve hayırhah bir dille söz etti, ancak kendini Polonyalı hissettiğini söylemek söz konusu olamaz. Polonyalılar’ı çok Türk beğenir. Hoş bir halktır. Münevver Hanım’ın gurbette binbir sıkıntı içinde her şeyden evvel beyefendi bir Türk yetiştirdiği açıktı. Bunları niye söylüyorum; sadede gelelim, şairin kendini konuşalım diyorum. Nazım Hikmet’in ne olduğunu Bakü’de anladım. Tanıdığım bir grup aydın İstanbul Türkçesi konuşuyordu; "İstanbul Türkçesi’ni Nazım öğretti, biz böyle konuşalım isterdi, biz de öyle konuşur, böyle ders veririz" dediler. Açık oturumda dendiği gibi Doğu cumhuriyetlerimizde kimse Nazım’ı "Moskova’daki komünist rejimin apparatçik aydını" olarak benimsemiyor. Türk şairi olduğu, Türk dilini sevdirdiği için seviyor. Nazım’ın taraftarları idarece izleniyordu; hatta Ekber Babayev davet edildiği halde Türkiye’ye gelemedi (vize verilmediği çok açık). Şair şairdir, edebi açıdan tetkik edelim.
Dr. Stress’i birçok programda beğenirim. Fakat bu sefer doğrusu konuya hakim değildi, o yüzden programı da yönlendiremedi. Nazım Hikmet her milletin tarihinde rastlanan yaralı paragraflardandır, hassas konudur; hakkında çalakalem ne yazılır, ne tartışılır, ne de tartışma yönetilebilir. Bir asırdan fazla oluyor, ama siz Fransa’da Dr. Stress’in benzeri bir dağarcık ve yöntemle Emile Zola üzerine bir program yapabilir misiniz? Konunun hassasiyeti dolayısıyla gürültü kopar. Bu programda; tarafsızlığı, zengin hayat tecrübesi ve bilgece değerlendirmelerine hayran olduğum dostum Refik Erduran’ın çok şeyler anlatacağını ümit ettim, bütün gece bekledim; ama o pek konuşamadı. O dönemi yaşayan birileri daha çağrılabilirdi ve Refik Bey gibi çağdaşları daha çok dinleyebilirdik. Dr. Stress’in oturumu bütün gece sağın solun kördövüşüyle geçti. Niçin meseleleri bilgilice ve bilgece tartışamayız... Korkarım yarın bu tavırla Mehmet Akif’i de tartışmaya başlarız. Oysa bu yöntemle yeni kuşaklara hangi tarihimizi öğretebilir, hangi sorunlarımızı anlatabilir, eğrisi doğrusuyla hangi kültür mirasımızı devredebiliriz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Site Meter