27.07.2009
Robert Anhegger
1980’lerin başında Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nin kampusunda tanıştık; "Seyahatnamelerde Türkiye" başlıklı bir ilginç sempozyumda, seyahatname dünyasında Türkler ve Avrupalılar’ın birbirleri hakkındaki tasvirlerini ele alıyorduk. Avrupalı meslektaşlar daha çok Almanca konuşan ülkelerden geliyordu. Sempozyum için sadece Anadolu Üniversitesi’nin değil; başta Gertrude Durusoy olmak üzere (İzmir Ege Üniversitesi) bütün Türkiye’deki meslektaşların yardımından yararlanılmıştı. Bu ilginç konu üzerine bir seminer daha yapıldı; sonra arkası gelmedi, başka bir kurum bu derecede ilgi duymamıştı. Anadolu Üniversitesi Rektörü çok faaldi. Yılmaz Büyükerşen’in öncü sempozyumlar tertipleyip (daha ilginci bunları bastırıp yayımlayarak) üniversitesinin adını duyurmak ve kabul ettirmek gibi zor ama kalıcı bir programın peşine düştüğü anlaşılıyordu.
O ve arkadaşları Eskişehir Ticari İlimler Akademisi’nin eski asistanlarıydı; o şehirde büyümüş, o okulda hayata atılmışlardı, ama ufukları genişti, inatçı ve çalışkandılar. Yılmaz Büyükerşen, 12 Eylül döneminde mesela Konya’dan uzaklaştırılan asistan gençleri üniversitesine alma cesaret ve inancını gösteren tek rektördü. Kim hangi üniversiteden istifa etse "Bize buyur" diye arıyordu. Eskişehir uleması bu tavırlarıyla kazançlı çıktılar. Ankara, İstanbul üniversiteleri aşınırken onlar güçlendi.
O dönem aldığı gençlerin bazıları Eskişehir’deki üniversitede profesör oldu. Anadolu Üniversitesi, değişmeye hazır Eskişehir’i değiştiriyor; tiyatro, orkestra geliyor, güleryüzlü üniversiteye istifa eden hocalar geliyordu. Mezunların iş bulma şansı artıyordu.
İmparatorluğun doğduğu topraklar uzun asırlar kültürel ve iktisadi nadasa bırakılmış gibiydi. Yıkımla birlikte Rumeli’nin 93 felaketi (1877-1878) muhacirleri, ardından 1912-1913 Balkan felaketinin önüne kattığı perişan muhacir kitleleri bu topraklara yerleştirildi. Yıkılan imparatorluk; bozkırda eken biçen, modern ziraat yapan, demiryolunun 1894’te Ankara’ya ulaşımıyla İstanbul’un ekmeklik buğdayını sevk eden çiftçilerin başlattığı bir kalkınmaya tanık oluyordu. Üstelik tarım aletlerine dayalı bir küçük sanayi, tuğla ocakları, kereste ve seramik fabrikalarıyla bir girişim başlıyordu. Ama şehrin ne olduğu, nereye doğru gideceği, kültürel hayatının yapılanması münhasıran kendi hayatlarını düzenlemekle uğraşan bu halk için çok önemli değildi. Ancak Yılmaz Büyükerşen’in nesliyle, bozkırda zenginleşme yanında kültürel atılım da başladı. Anadolu Üniversitesi’nin kurucu eski rektörü ve kentin yeni belediye başkanı tiyatroya olan tutkusuna hala sahip. Amatör yıllarında İstanbul Şehir Tiyatrosu’ndan gelen Halide Pişkin, Behzat Butak, Bedia Muvahhid gibi ağır topların yanında şehrin gençleri utilite kabilinden rollere çıkmış; bunlardan birisi de Yılmaz Bey -"40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra" adlı broşürde Eskişehir’in tiyatro macerası anlatılıyor; baş maceraperest Yılmaz Büyükerşen, kan satarak kurdukları ilk tiyatro bugün eski meyve-sebze halinde kurulan "Haller Gençlik Merkezi"nde devam ediyor. Bu kan satarak kurdukları amatör tiyatro, o yıllarda bütün tiyatro çevrelerinde bir yandan takdir bir yandan latife konusuydu. Kültüre karşı tutkusu olan birey bizde azdır. Batı toplumunda, kilise korosunda, okul tiyatrosunda başlayan tutku bireylerin hayatını sarar. Bizde Altay Vakfı gibi bazı vakıflardaki musiki öğretimi veya Büyükerşen gibi gençlerin tiyatroculuğu, bireyin ve toplumun hayatında "çöle tesadüf eden bir nehir"in akıbetine uğramadan ne kadar devam eder bilemeyiz.
Eskişehir’in yeni Gençlik Tiyatro Merkezi, tiyatro salonları, cafe ve dükkanlarıyla şık bir çevre... Şehirle üniversite arasındaki çapaçul bölge bir kültürel kuşak olarak gelişecek gibi. İhmal edilen Eskişehir’i zengin fakir bütün Eskişehirliler ihmal etmekteydi; artık şehirlerine dikkat etmeye başlamışlar. Yılmaz Büyükerşen; üniversitedeki yılları ve Eskişehir’deki tiyatro kuruculuğuyla tutkulu bir sanatsever ve yönetici örneğidir. Anadolu Üniversitesi, insanın adım attığında bir üniversitede olduğunu hissetiği alan... Büyük şehirlerdeki kapkaççı müteahhitlere yaptırılan üniversite binaları veya İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt bölgesinde yaptırdığı kötü binalarla berbat edilen alanlardan çok farklı.
Yılmaz Büyükerşen’i yirmi yıl önce tanıdım; yirmi yıldır aynı heyecanla, aynı tutkuyla çalışmaya devam ediyor; onun da herkes gibi hırsları ve umutları olmalı; ama onları ön plana çıkarıp partizan toplamaktan çok, işini yapmaya ve bitirmeye çalışıyor; tabii iş bitmiyor, bitmez de, yılmadan yola devam Yılmaz Hoca...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder