20.07.2009

Osmanlı Korsanları mı Deniz Gazileri mi?

Barbaros Hayreddin Paşa / Barbarossa (1478-1546)

Türkiye'de Osmalı Deniz Tarihi'nin yüzakı Prof. Dr. İdris Bostan, Osmanlı Denizgücü'ne dair birçok yanlışı düzelttiği gibi, batılılar tarafından korsan olarak tabir edilen Osmanlı Deniz gazilerinin de hakkının yendiği görüşünde. Adriyatik'te Korsanlık kitabından yaptğımız alıntıyı okuduğunuz zaman, tarihimizi batılıların kaleminden okumakla/değerlendirmekle ne kadar büyük hatalar yaptığımızın farkına varacaksınız.

"Korsanların hareket serbestliğine sahip olduklarını düşündüren pekçok örnek olmasına rağmen yine de bağlı oldukları devletin hukuk kurallarına göre davranmak mecburiyetinde oldukları görülmektedir. (Braudel, korsanlık ile deniz haydutluğu arasında benzerlikler olsa bile korsanlığın haydutluk olarak anlaşılmaması hususuna dikkat çekmektedir (Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, Terc. M. A. Kılıçbay, İstanbul 1990, II, 147-150.) Bu sebeple batıda yanlış anlaşılarak birer haydut olarak kabul edilen Osmanlı korsanları hakkındaki imajın düzeltilmesi gerekmektedir. Batılı tarihçilerin, korsanları genellikle Osmanlı Devleti adına savaştıkları zaman meşru kabul etmeleri, kendi adlarına savaştıkları zaman ise korsan/haydut olarak adlandırmaları konuyu yanlış yorumlamalarından kaynaklanmaktadır. Gerçekte Müslüman korsanlar, İslâm hukukuna göre inanç savaşı yapmakta idiler. Bu korsan denizciler/deniz gazileri düzenledikleri akınların şer‘î hukuka uygunluğunun bir delili olarak elde ettikleri esir ve ganimetlerin beşte birden oluşan hissesinin “ülü’l-emr/devlet başkanına” ait olan kısmını düzenli olarak padişaha teslim ediyorlardı. Özellikle II. Bayezid’in Cem Sultan’ın hayatta olduğu dönemde resmi devlet donanmasını Akdeniz’e göndermekten çekindiği sırada bu korsanlardan yararlanması, konunun devlet düzeyinde nasıl anlaşıldığını göstermesi bakımından önemlidir. Böylece Osmanlı donanması Akdeniz’de diplomatik güçlüklerin ve şikâyetlerin önüne geçtiği gibi, rakip denizci güçlerle mücadele etmenin bir yolunu bulmuş oluyordu.

Sultan Bayezid Han'ın yaptırdığı Göke, Katip Çelebi

Müslüman korsanlar, devletten bağımsız olarak hareket ettikleri zaman bile İslâm hukukunun yani şer‘î hukukun sınırları içinde kalmışlardır. Çünkü İslâm hukukuna göre, dârü’l-islâm olan İslâm ülkesi ile dârü’l-harb olan gayr-ımüslimlerin yaşadığı ülke arasında devamlı savaş hali geçerli bulunmaktadır ve barış yapılmış olsa bile bu durum geçici olduğundan her zaman savaş şartlarında hazır olmak gerekmektedir.
Bu sebeple Osmanlı Devletinin gaza ve cihad için denize açılacak levend reislerine müdahale etmesi beklenemezdi. Hatta dost ve müttefiki olan ve emân verilmiş bulunan Fransa ve Venedik gibi devletler dışında denizde rastlanacak gemilere ve bölgelere karşı gazaya çıkmaları takdir ediliyordu. Nitekim tarihçi Mustafa Selânikî, bu korsanları “küffâr-ı hâksâr üstüne gâh u bî-gâh cihâd u gazâda olan benâm korsan ve kurnãz levend tâifesi” olduklarından bahsetmektedir. Hatta bu sebeple korsanlık yapmaya çıkan bazı devlet görevlileri, “dîn-i İslâm uğuruna” gerçekleştirdikleri bu hizmetleri karşılığında kendilerinden “mîrî” adına bir şey istenmemesini talep ediyorlardı. Meselâ Trablusşam beylerbeyi Mehmed Paşa’nın kendi forsa gemisiyle, çekdiri veya kalyon türü bir düşman/kâfir gemisine rastlaması halinde elde edeceği mal ve esirler hakkında miri için bir hak talep edilmemesini istemesi üzerine, 8 Temmuz 1603’de (28 Muharrem 1012) sadrazam Yemişçi Hasan Paşa tarafından kendisine “kâfirden her ne ki alursa kimse istemeye deyü hüküm buyuruldu” şeklinde yetki ve izin verilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun denizlerde kendisi ile çarpışması muhtemel düşmanlarıyla bir antlaşması olmuş veya bir devlete emân vermişse bu takdirde Osmanlı korsan gemilerinin o devlete ait gemilere veya diğer hedeflere herhangi bir saldırıda bulunmasına izin verilmiyordu. Ahidnâme verilen devletlerin hedeflerine yapılan saldırılar ise haramilik olarak kabul ediliyordu. Nitekim 1588’de (996) arada sulh olduğu halde bazı “harâmî ve levend kayıkları”nın Venedik’e bağlı yerleri yağmalayıp halkını esir ettikleri için takibata uğramış ve yakalandıkları yerde Müslüman olanlar hariç Venedik konsoloslarına teslim edilmeleri gerekmiştir.
Denizlerde görülen korsanlar, aslında Osmanlı kara ordusundaki gazi akıncılar gibidir ve sadece gaza ruhu, ganimet arzusu ile hareket ederek karadaki benzerleri gibi düzenli teşkilata sahip idiler. Ancak akıncıların tersine olarak 16. yüzyılın sonlarına doğru faaliyetlere artmaya başlamış ve XIX. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir."

İdris Bostan, Adriyatik'te Korsanlık, Timaş Yayınları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Site Meter