27.07.2009

Örnek hoca Süreyya Faruki


Süreyya Faruki’yi (Suraiya Faroqhi) ilk defa 1971 yılı sonunda Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde tanıdım. Hint Müslümanı bir hekim baba ile Alman bir annenin çocuğudur. Almanya’da tahsilde öğrendiği Türkçeyi kusursuz konuşuyordu. Genellikle Türkologlar dünyasının üyeleri Türk dilini pek rahat konuşamaz ve hiç yazamazlar. Sebebi de gazete, roman, televizyon gibi araçlarla pek ilgilenmemeleridir. İyi yazmak ve konuşmak mazideki Türkologlara mahsustur. Sanıyorum serbestçe konferans verebilenler tabii ki herkesin hocası Andreas Tietze, Gyorgy Hazai gibi eskilerin dışında bizim kuşaktan Hamid Algar, Süreyya Faruki, Christophe Neumann ve Alan Duban’dir.
Faruki Almanya’da, Hamburg’da Türkoloji ve İslam tarihi okumuş, doktorasını ünlü Bertolt Spuler’in yanında yapmıştı. Türkçe hocası o sıralar orada bulunan Mustafa Canpolat’tır. Kendi ifadesiyle Osmanlı tarihi, özellikle toprak rejimi üzerinde derinleşmek istediğinde; Bertolt Spuler’in sonsuz iddiaları ötesinde çok sathi bir bilgisi olduğunu görmüş. Spuler Almanya’da Ortadoğu Hıristiyan kiliseleri üzerindeki tetkikleriyle bilinir. Kendisi Katolik ve muhafazakardır, çok dil bilir ve daha çok Moğollar üzerinde klasikleşen ünlü eseriyle şöhret yapmıştır. Ama Osmanlı tarihi bilgisi gerçekten delik deşikti.
Süreyya hanım haklı olarak usta bir doktora hocası seçmek için İstanbul’a doğru yol aldı. Ünlü tarihçimiz Ömer Lütfi Barkan’ın kapısını çaldı ve ikinci doktorasını onunla yapmaya başladı. Türkçesi mükemmele ulaşmıştı. O sırada Türkiye’de, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde ders veren Amerikan asıllı Leyla Erder ve Süreyya Faruki’yi, Osmanlıcayı Türk akademisyen akranlarından daha iyi kullanan zengin Türkçeli iki Türkolog olarak tanırım.
Doktorasını tamamladıktan sonra Süreyya hanım, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde ders vermeye başladı. Gerek bu üniversite, gerekse Ankara’daki sosyal bilimciler çevresinde iktisadi tarihe meraklı geniş bir talebe ve öğretim üyesi kitlesi vardı. Hepsi Süreyya hanımı ziyaret eder, saatlerce soru sorarlardı. Ama doğrusu Osmanlıcayı öğrenmeye çalışan genç pek göremedim. Bizim tarihçiliğimiz filolojik düzeye ulaşamamıştır.
Süreyya hanım bir müddet sonra 1980’lerde Münih’te görev aldı. Palaspandıras terk ettiği Ortadoğu Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü’ndeki derslerini bir müddet için yüklendiğimi hatırlıyorum. Artık seçkin bir yere ulaşan bu tarihçinin Münih’teki yeni görevini kıskanan Alman tarihçileri de biliyorum. Biri bana; "Bu mevki genç Alman alimlerden birine verilmeliydi" demişti. Ben de, "Türkçeniz, Osmanlıcanız ve arşiv bilginiz o derecede mükemmelse niçin olmasın" demiştim. Pek demokrat ve üniversal zannettiğimiz Batı Avrupa’yı daha iyi tanımak gerekiyor.
Birkaç gün evvel Süreyya hanımı sabah 09.00’da aniden Galatasaray Üniversitesi’nin kıyı kahvesinde karşımda gördüm. Beni izlemiş ve bulmuştu. Niçin mi? Çıkartacağı Cambridge History serisindeki vaat edip de geciktirdiğim makalemi hatırlatmak için. "Bu makaleyi yazacaksın ve senden alacağım" diyordu. İşini bu derecede şiddetle takip eden bir meslektaşa hayranlığımı tekrarladım. Ben de dedim ki, "Buraya kadar gelmişken çay içerek kurtulacak değilsin. Şimdi hukuk tarihi dersime girer bir şey anlatırsın, talebeler de seni dinleme şansına erer." Hiç sesini çıkarmadı. O arada bize yanaşan ve Flamancayı burada öğrendiğini anladığım bir öğrencimizle Flamanca da konuştu. Doğrusu Süreyya hanımın Flamancası mükemmel olmalı ama beni sevindiren bizim yeni nesilde böyle garip dilleri dahi öğrenen çocukların çıkmaya başlamasıdır.
Süreyya hanım sınıfa girdi ve akıcı Türkçesiyle hukuk tarihi metinleri ve gerçekler arasındaki tezatlar üzerinde bir saat zengin örneklerle tatlı bir ders verdi. Hoca dediğin böyle olur. Ayrıca o işini ısrarla takip ediyorsa ben de edeyim. Haziran başında tertiplediğim İstanbul’un Fethi Uluslararası Sempozyumu için tebliğ vermeye davet ettiğim ve kendisinden ses seda çıkmayan Boğaziçi Üniversitesi profesörlerinden Nevra Neciboğlu’nu ısrarla aramaya niyetlendim. Nasıl olsa bulurum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Site Meter