27.01.2011

Harem ve Murat Bardakçı

Haremde güvercinlere yem atan cariyeler, Jean-Léon Gérôme

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz'ün tarih gruplarına attığı maili paylaşıyoruz:

Degerli Okuyuclar:

Murat Bardakçı yıllar önce Hürriyet Gazetesinde hakarete varan bir üslupla yaptığı tenkitleri, kendince bir gazete röportajındaki isim hatasını bahane ederek ısıtıp ısıtıp okuyucunun önüne koyuyor. Okuyucularımızın ısrarı üzerine, ona cevap olsun diye değil, merak edenlerin okuması için o gün verdiğimiz cevapları aynen tekrar ediyoruz.

Sayın Murat Bardakçı’nın, Osmanlı’da Harem adlı eserimizle ilgili bir sayfalık tenkit yazısı çıktı. Bu yazı, bize göre çok güzel noktalara değinmek ile beraber, bazı hususlarda yine çarpıtmalarla doludur. Önemli olanlarından biri iki misal verelim:

1) Haremde bulunan cariyelerin tamamının hizmetçi olduğunu, ibadetle meşgul olduklarını ve hiç bir şekilde Padişahın bunlarla cinsî hayat yaşamadığını Kitabın hiç bir yerinde zikretmedik. Bilakis, bu zamana kadar bir iftira mahiyetinde yazılan ve ileri sürülen, Padişahların yüzlerce kadınla ve Haremdeki bütün cariyelerle karı-koca hayatı yaşadığı iddiasının doğru olmadığını ifade ettik.

Osmanlı Sarayında Harem denilen Padişahın evinde herhalde Padişah kızlarının ve hanımlarının yemek yapmasını ve çamaşır yıkamasını bekleyemezsiniz. Elbette ki bunlar bu işleri yapamayacağına göre, bunları yürüten hizmetliler olacaktır. Bu hizmetliler de günümüzde olduğu gibi, kadın erkek karışık değil, sadece kadınlardan olacaktır. Hür kadınlar bu işi görmeyeceklerine göre, o zaman köle olan kadınlar yani câriyeler bu işleri göreceklerdir. İşte Osmanlı Hareminde sayıları 50’yi, 70’i ve bazen da 400-500’ü bulan câriyeler, bu manada kadın hizmetlilerdir. Bu gün evinize gelen hizmetli bir kadınla veya temizlikçi bir hanımla ev sâhibinin cinsî münâsebet kurması ne kadar çirkin ise, Padişahların da bu manada cariyelerle cinsî münâsebet kurmaları o kadar çirkindir. Elimizde Haremdeki çamaşırhânede ne kadar, mutfakta ne kadar ve sairede ne kadar câriye çalıştığı listeleri ile mevcuttur. Şu anda Çankaya Köşkünde ne kadar kadın görevli bulunduğu malumdur; ama Sayın Cumhurbaşkanının bunlar ile aile hayatı yaşadığını kimsenin ileri dahi süremeyeceği de çok iyi bilinmektedir.

Câriyelerin ikinci çeşidi ise, mâliklerinin ve sâhiplerinin hem intifâ‘ ve hem de istifrâş hakkına sahip olduğu cariyelerdir. Bunlar, bir nevi nikâhlı eş durumundadırlar. Cinsî hayat yaşadığı eşinden başkasına haramdırlar. Erkekler bunlara da kendi karısı gibi mu‘âmele etmek zorundadırlar. Bunlardan çocuk sâhibi olunca, ümm-i veled adını alırlar ve artık başkasına satılamazlar. Hür adamın çocuğunu doğurduklarından hürriyetlerine kavuşurlar ve beylerinin vefâtından sonra hürriyetlerini elde ederler. Hür kadınlardan farkları, nikâh akdi yapılmadığı sürece, dörtten fazla kadınla evlenme sınırının olmayışıdır. Bu câriyelerle, nikâh yaparak tamamen eş durumuna getirmek de mümkündür. Ancak başta Hanefi mezhebi olmak üzere, Kur’an’ın konuyla ilgili âyetine dayanan çoğu hukukçular, hür kadın varken, bu çeşit cariyelerle nikâh yapmayı tavsiye etmemişlerdir.

Osmanlı Hareminde bulunan câriyelerin çok azı bu çeşit câriyelerdir. Daha da önemlisi, Osmanlı Padişahları, Fâtih Sultân Mehmed’e kadar hür kadınlarla evlilik yapmışlardır. Fâtih’den sonra gelen Padişahlar, iki üç evlilik müstesnâ, hür kadınlarla değil, ikinci gruba giren câriyelerle evlenmişler ve bazen da nikâh yapmışlardır.

Mesele, hakkında 472 sayfalık kitap yazılmasına ve bu konu yanlış değerlendirildiği için Kitabın içinde iki defa tekrar edilmesine karşılık anlaşılamayınca, elbette ki konuyu soran Cumhurbaşkanına edeb dairesinde ve meseleyi anlatmak için böyle bir misal verilmesinde gayr-ı ilmîlik veya Cumhurbaşkanlığı makamına saygısızlık göremiyoruz. Asıl değerlendirmeyi, şuurlu okuyuculara bırakıyoruz.

2) Sayın Murat Bardakçı’nın Aşk Mektupları adı altında zikrettiği mektuplar, hem karı-kocanın birbirine yazdığı ve gizli kalması gereken yazılardır ve hem de buna rağmen gayr-i meşru bir ifadeye ve hatta kendisinin seçip de naklettiği mektuplarda dahi edebe aykırı kelimelere rastlamak mümkün değildir. Yoksa aşk denilen olgunun, Müslümanlarda olmadığını söyleyen yoktur. Belki meşru dairede olduğunu ve bugünkü gibi gayr-i meşru aşkların yaşanmadığını söyleyen vardır. Bir de Sayın Bardakçı’nın naklettiği ve aşk mektupları dediği şeyler, I. Abdülhamid’in kendi hanımı yani Baş Kadın Efendisi olan Hatice Ruh Şah’a yazdığı mektuplardır. Bugün bile, bir insanın kendi hanımına yazdığı gizli mektuplar açıklansa, elbette ki umuma göre ayıplanabilecek bazı cümle ve kelimeler bulunabilir. Hâlbuki bu zikredilen mektuplarda şer‘an yasak olan bir ifade yoktur.

Osmanlı Padişahları ve haremde yaşayan kadınlar da insandır. Bunlar da hem sevecek ve hem de sevdiklerini kıskanacaklardır. Dolayısıyla insanlık gereği aralarında geçen bazı sürtüşmeleri veya aralarında alınıp verilen ve Osmanlı Devleti yıkılıncaya kadar aileye has kalan özel arşivlerdeki muhabbet mektuplarını, hep menfi manada değerlendirmek veya bunlar arasından suiistimal edilebilir birini seçip hepsine teşmil etmek doğru değildir.

3) İslam toplumlarında ve dolayısıyla Osmanlı cemiyetinde, fertler, cinsî münâsebet konusunda, edebe ve meşruiyete aykırı olmayacak şekilde elbette ki bilgilendirilmiştir. Sayın Murat Bardakçı’nın zikrettiği ve bir kısmına bizim de atıf yaptığımız kitaplar, cimâ‘ın âdâbı başlığı altında âdâb-ı muâşeret veya tahsîsen bu konuya ait telif edilen kitaplarda belirtilen hususları ihtiva etmektedir. Elbette ki hem Kur’an’da, hem sünnette ve hem de bunlardan ilhâm alan İslâm âlimlerinin eserlerinde cimâ‘ yani cinsî münâse-betle ilgili bilgiler olacaktır. Cinsî hayatın makul ölçüler içerisinde ve meşru dairede yürümesinin şartı da budur. Eğer İbrahim Hakkı’nın Ma‘rifetnâme’sine ve Kabusnâme’nin ilgili bahislerine Sayın Bardakçı atf-ı nazar edebilirse, meşru dairede ve ancak her şeyi açıklayacak şekilde yani onun tabiriyle sansürsüz bir tarzda cinsî bilgilerin verildiğini görecektir. Bu, tamamen sıhhî ve ilmî olan bilgilerle bugünün seks dergilerini ve cinselliği suiistimalini kıyaslamak mümkün değildir.

4) Sayın Murat Bardakçı’nın yazısının dörtte birini teşkil eden ve bir çıplak cariye görüntüsü adı altında okuyuculara sunduğu resmin kaynağını açıklamasını arzu ediyoruz. Zira bu ve benzeri resimlerin tamamen Avrupalı seyyâhlarca ve ressâmlarca çizilmiş hayalî resimler olduğunu, insaflı olan bütün araştırmacılar kabul etmektedirler.

Yine bu sebepledir ki, Topkapı Sarayı resim galerisinde mevcut olan Hurrem Sultân’ın muhtelif tablolarıyla kızı Mihrimah Sultân ve Gülnüş Sultân’a ait resimlerin otantik (güvenilir) olup olmadıkları üzerinde haklı olarak durup düşünmemiz icabetmez mi?

Cumhuriyet döneminde haremle ilgili olarak kaleme alınan kitaplarda yer alan veya kitap kapaklarını teşkil eden gayr-i meşru resimlerin tamamı, batılı ressâmların hayal ürünleridir. Mesela Meral Altındal’a ait Osmanlı’da Harem adlı kitabın kapağındaki çıplak resim, Karl Briullov’a ait olduğu gibi, aynı yazarın Osmanlı’da Kadın adlı kitabının kapağındaki çıplak resim de Camille Rogier’e aittir.

Sayın Bardakçı, Kitabımızın ikinci baskısında kendisinden istememize rağmen, tenkit yazısında kullandığı çıplak cariye resminin kaynağını henüz açıklamadı. Ancak biz açıklamak istiyoruz ve diyoruz ki, bu da tamamen Avrupalı bir ressâmın hayal ürünü olan bir resimdir. Bu resim, Jean-Auguste Dominique Ingres, La Grande Odalissque, sh. 180’den alındığını, Sayın Alev Lytle Croutier kayd etmektedir. Yani tamamen Avrupalı bir ressâmın hayal ürünüdür.

Netice itibariyle İslâm Hukukundaki şer‘î hükümler nazara alınarak ve bu zamana kadar yapılan çalışmalar elden geldiğince değerlendirilerek kaleme alınan "Osmanlı’da Harem" adlı eserimiz daha da tartışılmaya devam edecektir. Ancak tenkitlerini bize yöneltenlerin, insaflı olmalarını, eseri iyice inceledikten sonra tenkitlerini yapmalarını istirham ve imlâ hataları konusundaki eksikliklerin yeni baskıda giderileceğini ifade ediyoruz. Ayrıca kitabın muhtelif yerlerinde açıkladığımız gibi, Osmanlı Padişahlarının masum olmadıklarını ve bir kısmının meşru dairede bazı suiistimalleri yapmış olabileceğini ve ancak bir iki insanın suiistimalinin bütün bir nesle teşmil edilemeyeceğini ve hele hele tamamen dindar olan bu insanların cinsî sapık aslâ ilan edilemeyeceğini ve bu zamana kadar cariyelik ve haremle ilgili yazılanların çoğunluğunun çarpıtma ve tahrîfatlarla dolu olduğunu ifade etmek istiyoruz.

Böyle bir kitabın, bütün gayesi İslâmı ve Osmanlı Devletini kötülemek olan bazı kalemleri memnun etmesini beklemek ise, elbette ki safdillik olacaktır. Belgeler konuştukça, bir kısım tabular da yıkılacaktır.".

Prof. Dr. Ahmed Akgunduz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
Site Meter